Şimdi burada savunma yapmaya çalışmak yerine soru sorarak aslında önemsiz ama önemli(!) bir konuyu ele almak istiyoruz.
Bu konuyla ilgili ‘sözde çevrecilerin veya çevreye duyarlı gurupların’ ısrarla felaket tellallığı yaptığı hususlara sorularla değinmek istiyoruz.
Gerçi; herkes yalan söylüyor, bir tek onlar doğrusunu söylüyor ama?
MEVZUMUZ NE Mİ?
Anlatacağım ama yazının tamamını vakit buldukça okuyun.
Okumadan bir şey öğrenilmez?
Hiçbir şeyi okumadan kabul etmeyin ama yarım yamalak okuyarak da reddetmeyin, fikir belirtmeyin!
Desek de biliyoruz ki birçoğumuz önümüze getirilen kredi kartı, abonelik sözleşmeleri gibi birçok metni okumadan imzalıyor.
Tavsiyemiz bu yazımızı; eze eze, hazmede hazmede, ön yargılardan arınmış bir şekilde, empati yaparak okuyunuz.
Son yıllarda Doğankent için en önemli yatırımlardan biri “MADEN İŞLETMECİLİĞİ” niçin ısrarla baltalanmak isteniyor?
Bırakınız son yılları, Cumhuriyet tarihinde Doğankent’in gelişimine ve ekonomik büyümesine katkı sağlayacak en önemli yatırım olan bir “Maden” işletmesi neden sistematik olarak hedef alınıyor?
İnsanlığın ekonomik ve sosyal gelişimine katkı sağlayan yeraltı ve yer üstü kaynaklarımız çağlar boyunca toplulukların ve milletlerin refah payını artırmak için işletilmeye çalışılırken acaba neden Doğankent’in başına “Talih Kuşu” gibi konan bu fırsat engellenmeye çalışılıyor?
Atalarımız boşuna mı demiş azcık ekonomik gücü artan kişiler için “BİR YERDE MADEN Mİ BULDUN?”
“Maden” yeni bulunmadı çağlar öncesine dayanan bir mazisi vardır ve bu Dünyamızın bir gerçeğidir.
BİR “FELAKET” DEĞİL “NİMETTİR”…
Bu “Nimeti” de sadece “Doğankent” halkı değil civar il ve ilçeler ile tüm “Türkiye” hep birlikte yemek istiyor!
Doğal olarak da “Her nimetin bir küfleti!” vardır.
Bazıları bu “Külfete” katlanarak “Nimetten” faydalanırken, bazıları ise “Külfetsiz Nimet” istiyor.
Kendilerine “Külfetsiz Olmazzzzzz!” denilince, bu sever de çeşitli kisveler altında, özellikle de “Çevreci-Aktivist” kılıfıyla “Biz faydalanmayacaksak kimse faydalanmasın!” histerisiyle hareket etmeye başlıyorlar.
Bunların bu yereldeki “Faydalanmacılık” histerilerini ulusal bazda fırsat bilen belirli marjinal odaklar hemen harekete geçerek olayları farklı boyutlara evirmeye çalışıyorlar.
Bu fırsatçılar; tıpkı “3-5” ağaç kesildi diye tepki gösteren vatandaşların bu tepkilerini fırsat bilerek “Gezi Parkı” olayları diye literatürümüze yazılan ve binlerce fidanın telef edilmesine, ortalığın yangın yerine dönmesine sebep olacak eylemlere dönüşmesi gibi kaotik bir ortam oluşturmaya çalışıyorlar.
BİZ BUNLARA PİRİM DE FIRSATTA VERMEYECEĞİZ!
“Maden” kötü bir şey değildir!
“Maden” kötü bir şey olsa çağlara adını verir miydi?
Bilmeyenlere Tarih öncesi çağlar hatırlatalım; Paleolitik (Eski Taş Çağı), Mezolitik (Orta Taş Devri), Kalkolitik (Bakırtaş Çağı), Neolitik ( Yeni Taş/ Cilalı Taş) ve Maden Çağları olarak beşe ayrılır. Görüldüğü gibi tarih öncesi çağlarımızda hep yer altı ve yer üstü zenginliklerine bağlı imiş?
Bu çağların en yakını olan “Maden Çağı” da kendi içerisinde; bakır, tunç ve demir çağı olarak üç ana başlıkta toplanır.
Madenler aklı başında insanlar için büyük bir nimettir. Allah bu “Nimeti” ayağımıza kadar getirmişken sırf birilerinin; egoları, bilinçsiz tepkileri veya ulusal bazlı emelleri için geri tepecek değiliz.
Asıl sıkıntı bu “Madeni” işleten firmanın “Yerli ve Milli” olması mı acaba?
Yok canım!..
Tamamen çevreci ve iyi niyetli bir tepki bu!?
MAKSAT ÜZÜM YEMEK Mİ? BAĞCIYI DÖVMEK Mİ?
Yoksa tamamen “Duygusal” mı?
Orası muamma?
Ama bir kısmı “Hem üzümü yiyor, hem de bağcıyı dövmeye çalışıyor?”
Buna ne dersiniz?
Bir cevap beklemiyorum!
Zaten birçoğunuzun buraya kadar “OKUMA” zahmetine katlanmamıştır. Birçoğunuz atlaya zıplaya okuduğunuz için bir şey anlamamışsınızdır.
BİZ GELELİM BURAYA KADAR SABIRLA OKUYAN OKUYUCULARIMIZIN SABRINI ZORLAYACAK BÖLÜME…
Şimdi bir soru daha soruyorum o zaman: güya kapanmasını istemedikleri ama çevreye verdiği zararları önlemek için de hiçbir menfaat gözetmeden mücadele etiklerini iddia etikleri “Maden” mi sadece çevreye zarar veriyor?
O zaman siz “Maden” dedikçe biz de “Madem?” diyeceğiz!...
Maden çevreyi zehirliyor da yıllardır fındık bahçelerine, mısır tarlalarına, sebze bahçelerine zerk etiğiniz kimyasal ilaçlar insanları zehirlemiyor mu?
“Madem” çevrecisiniz niçin bunlara da engel olmuyorsunuz?
“Doğa, flora, fauna, endemik bitki, zehir, siyanür…” yalanlarıyla millete korku vermeye çalışırken asıl tehlikenin “Maden” ile değil kendi ellerimizle bağımıza bahçemize sıktığımız kimyasal ilaçlar olduğunu bilmeyecek kadar cahil misiniz?
Madenden çıkan atık suların; (Devletin ilgili ve yetkili tüm kurumları yetkili ve bağımsız laboratuvar analizleriyle tehlikesiz olduğunu ispat etse de) bu “gözle analiz” yapan çevrecilerin maden sahasından akan toplama suların (burada –siyanür- benzeri kimyasal ayrıştırma gibi bir işleme tabi tutulacak bir işletme olmamasına rağmen) “Çevre Katliamı” yapacak kadar tehlikeli olduğunu tespit etme kabiliyetleri varsa “Madem” bu yeteneklerini tarım arazilerimize her yıl kendi ellerimizle attığımız kimyasal zehirler için niye yapmıyorlar?
Bakınız biz rahatlıkla bu tarım ilaçlarına “Kimyasal Zehir” diyebiliyoruz.
Zehir olmasa kutularının üzerinde “DİKKAT!!” uyarıları yer almazdı. Zaten maskesiz, eldivensiz kullanılmaması da önerilmiyor mu?
“Madem” derdimiz “Endemik” bitki; niçin yıllardır bu katliama “DUR” demek için parmağınızı oynatmadınız?
Halk tabiriyle; gerek “Böcek” ilacı gerekse “Sırgan” ilacı olarak bildiğimiz bu kimyasal bileşimlerden oluşan “Zehirleri” her yıl düzenli olarak tarım arazilerimize sıkarken “Madenden” daha çok fazla olumsuz etkisiyle “Geleceğimize” sıkmadık mı?
Yüzlerce “Endemik” bitkinin yok olmasına, yüzlerce “Böcek” çeşitliliğinin yok olmasına “Maden mi sebep oldu?
Çocukluğumuzda çevremizde gördüğümüz, izlediğimiz, korktuğumuz, kokladığımız, oynadığımız “Çiçek veya Böcek” ne oldu şimdi?
Daha geniş anlamıyla; köyümüzde, yaylamızda, dağımızda, deremizde bulunan fauna ve floralar nereye gittiler?
ATALARIMIZIN DEDİĞİ GİBİ ONLARIN “KÖKÜNÜ” BİZLER KURUTMADIK MI?
Onların hiç mi faydası yoktu bizlere?
Toprağı havalandıran, gübreleyen, çevre kirliğine neden olan evsel veya bitkisel atıkları yok eden, bitkilerin tozlarını taşıyarak döllenmesine neden olan o canlılar ne oldu?
Neredendiniz “EY ÇEVRECİLER?”
“Rantı” yoktu abiler!
“Menfati” yoktu; emmiler, dayılar, bibiler vs. vs..!
Haaa!...
Diyeceksiniz ki “Nasıl Rantı-Menfaati” yoktu?
“Bu ilaçlar sayesinde ürünlerimize zarar veren ‘Haşereleri’ yok ederek daha fazla ürün elde ettik!
Ürünümüz fazla olunca cebimize daha fazla para girdi!
Ürünümüz çok olunca işçi çalıştırdık ‘İstihdam” sağladık!
Ürünümüz çok olunca hem kendi ekonomimize hem de ülke ekonomisine katkı sağladık!
Amenna!... ”
Bu kadar “Ünlem” boşuna koyulmadı demi?
Yıllardır siz böyle; biraz daha fazla ürün almak için hem yediğimiz-içtiğimiz gıdalara zehir sıkarken hem de çevremizde, doğamızda yüzyıllardır neslini koruyarak gelen yüzlerce canlı ve bitki çeşitliliğini yok ederken devlet sizin kadar “Karını-Çıkarını” düşünmesini bilmiyor mu?
Bunu yaparken de çevreye en az zarar verecek önlemleri alması gerekmiyor mu?
Tabi ki gerekiyor!
“Saldım çayıra, Mevla’m kayıra!” olmaz…
YAŞANAN OLUMSUZLUKLAR YOK MU?
Tabi ki var?
Peki ne kadar?
Kesinlikle abartıldığı gibi değil, bir kaşık suda fırtına kopartılacak kadar hiç değil!
Bu madenin çevreye “on yılda” vereceği zarar, o bölgede yaşayan insanların “bir yılda” verdiği zarar kadar olmayacaktır.
Hepten vahşi bir madencilik yapsalar yine yıllık bizim verdiğimiz zararla başa baş gelmez.
Dereyere attığımız çöpleri, doğrudan alıcı ortama bağladığımız kanalizasyon veya deterjanlı atık suları saymıyorum?
Yıllardır 3-5 kişinin menfaat temin ettiği ve Doğankent’in giriş-çıkışında bulunan köyleri “tak tak tak!..” diye rahatsız eden “Taş Ocaklarını” hiç saymıyorum.
Hem de ruhsatsız, izinsiz, vergisiz, kaçak olarak!?
Birkaç cılız itiraz dışında kimseden “Tık!” çıkmadı?
NİYE?
Çünkü rantı yoktu?
Niye?
Çünkü bunları yapan yörenin insanları “Bizdik” yani…
Ha bir anti-parantez daha açalım “evimizde-cebimizde her gün bizi yavaş yavaş zehirleyen plastikler, radyasyon yayan aletler, edavatlar, cihazlar vs. vs” bunları da pas geçiyoruz..
Bırakınız bölgeyi, Doğankent’in her yanını çepeçevre saran hatta merkezinde bulunan HES’lerden hiç bahsetmiyoruz!
Bunların çevreye hiç mi zararı yok da dağın başındaki, orada çalışanlar hariç yılda 5-10 kişinin bile uğramadığı bir bölgede faaliyet gösteren “Madenin” çevreye zararı var?
Hiç zararı olmadığını iddia etmiyoruz ama öyle koparılan yaygaraya değecek kadarda değil.
Aynı içerikli maden yıllarca Tirebolu’nun göbeğinde işletildi. Körliman denilen mevkiinin altı delik deşik edildi. Çıksın bizim gözle analiz ve tahlil yapan “Çevrecilerimiz!” burada yaşanan çevre felaketini anlatsın bize.
Çatalağaç Köyü’nün arkasında yapılan “Maden” çalışmasında zehir akıyor dedikleri havuzlarda da “Kimyasal” işlem uygulanmayacak. Bu altın madeni değil ki “Siyanür” kullanılsın.
Haa!
Muhtemelen burada kurulacak olan “Kurşun-Çinko-Bakır Maden Ocağı Ve Zenginleştirme(Flotasyon)Tesisi” içerisinde bulunan havuzlarda yer altından çıkartılan işlenmemiş madenlerin ayrıştırılması sırasında havuzda birikecek olan ağır metallerin bir patlama (sızma halinde zaten kendinden toprak içerisinde emilimi olabilir) halinde kısmi bir bölgeyi etkileme olasılığı bulunmaktadır.
Bu ihtimali de su içerken veya yemek yerken soluk borumuza kaçacak maddenin bizi boğma ihtimali gibi değerlendirmek lazım.
Madenin çevresel zararı bu!
Madenin öyle buharla havaya kalkıp yağmurla başımıza yağacak bir etkisi de yok..
CAHİLLER ANLATIYOR GAFİLLER İNANIYOR!
Mevzuatlarımıza bakınca; inşaat molozları, evsel ve hayvansal atıkları başta olmak üzere her türlü atık malzemeyi gelişigüzel çevreye bırakmak da suç!
Maden ne kadar zarar veriyorsa biz yaşam alanlarımıza daha yakın bölgelere iki katı zarar veriyoruz.
Mevzu bu!
Şunu da söylemeden geçmeyelim?
Derdimiz madeni savunmak değil ama kendi ellerimizle, kendi çıkarımız ve keyfimiz uğruna çevreye verdiğimiz onca zarar varken çevreyi tek kirleten “madenmiş” gibi yaygara koparmak bizi işin içine çekiyor.
O ZAMAN BİZİM DERDİMİZ NE Mİ?
Derdimiz “Doğankent’in Refahı!”
Bu madenden doğrudan 500-600 kişi ekmek yiyor. Esnafı, marketi, berberi, terzisi, fırını, nalburu velhasıl onlarca işyeri sahibini de bunlara eklersek ve bunların eline bakan hane halkını da hesaba katarsak, tamamı “6 Bin” küsur nüfuslu Doğankent ilçesinin “3 Bin” küsurdan fazla nüfusuna iş-aş sağlayan “MADEN”, çevreye verdiği zararlar ile kıyaslanacak olursa “DEVEDE KULAK DEĞİL TÜY” sayılır.
Yazımızın başında “empati yapın” demiştik.
Empati yapın orada çalışan, evine ekmek götürmeye çalışan veya daha rahat bir hayat sürmek istediği için çok muhtaç olmasa bile çalışmak isteyen insanların yerine koyunuz kendinizi…
Hangi işletmede çevreye zarar vermeden çalışarak para kazanılıyor?
İşletme işletme saysak o da bitmez de..
Biz şimdilik diyoruz ki; Hayırlı Ramazanlar…
Kalın Sağlıcakla….